top of page

Lacan: Özne, Öteki ve Ayna Evresi


Görsel 1


..kendi kimliğimi tanımlamak için Öteki Özne’ye ihtiyaç duyarım. ‘Öteki’nin benim ne olduğum hakkındaki düşüncesi, benim en mahrem öz kimliğimin yüreğine kazınır.

-Slavoj Žižek. 2006


Doğum anından itibaren birey, bir kırılma yaşamaya başlar. Kendisi tarafından belirlenmemiş koşullar altında ve doğal olanın değil kültürel olanın denetiminde bir hayat sürer. Kısacası doğumun ardından anlamlandıramadığı, başka bir deyişle simgeselleştiremediği, bir evren içerisinde var olmaya başlar ve bu varoluş bütünsellikten uzaktır. İmgesel bir dünya içerisinde olan birey, bu dağılmışlıktan bir bütün yaratmak zorundadır. Parçalanmanın aşılması ve dilsel edinim süreci ile birlikte “özneleşme süreci” başlar, sonuçta da imgesel dünyadan simgesel dünyaya geçilir. 


Bebek bedeni, annenin bedeninin bir uzantısı olarak yorumlanabilir. Bu durumda da kendi bedeni, bebek tarafından bütünsel bir şekilde algılanamaz. Çünkü yaşanan ilişki annenin hegemonyasındadır. Bebek anneye bağımlıdır; anne de bebeğini kendi uzantısı, sahip olmak isteyip olamadığı “fallus” olarak kodlar (bkz. Lacan, J. (1994). Fallus' un Anlamı (M. Tura, Çev.). İstanbul: Afa Yayınları). Annenin fallusa sahip olma arzusu çocuk ile giderilir, ertelenir, baskılanır. Bu durumda çocuğun arzusu da annesinin arzusunu gerçekleştirmektir ve "kendi bedensel imgesini kazanmaya yönelir" (Tura, 1996), bu da kendi parçalanmışlığını aşması ile mümkündür. Bebek parçalanmışlığını aşıp kendi bütünlüğünü kurguladığında “öteki” ile yüz yüze gelir ve Lacan’ın tanımladığı “ayna evresi” gerçekleşir. 


Yunan mitolojisinde Narkissos, ayna işlevi gören su birikintisi sayesinde kendi gerçekliğinin farkına varır. Kimseyi sevmediği kadar sever kendi görüntüsünü, kendi görüntüsünü seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra ise vücudu nergis çiçeklerine dönüşür. Narkissos’un kendi gerçekliğinin farkına varmasıyla yapısı bozulur, yeni bir biçim alır, dönüşür. Bu farkındalığa olumsuz bir anlam yüklenir ve şimdiye dek kendine yabancı olanın kendini tanıdığında, kendini yok ettiği söylenir. Ancak Lacan’a göre tam tersine, şimdiye dek kendi olamayan yabancılaşarak kendi farkındalığını yaratır. Ayna evresinde de varoluş yeniden anlamlandırılır, özne kendinden koparılır.  


   Görsel 2


Çocuk ayna evresinde, parçalanmış olarak yaşantıladığı bedeninin bütünlüğünü kazanmaya yönelir (Tura, 1996). Şimdiye kadar doğal bir bütünlüğün içerisinde dağınık olarak bulunan çocuk, kendini var edebilmek adına bütünlükten koparak kendi bütünlüğünü yakalamaya çalışır. Dünyayı dışsallaştırarak nesneleştirir. Ayna onu kendisi ile, kültürel olanla tanıştırırken, çıkış yeri olan doğaya başka bir deyişle dolayımsız gerçekliğe yabancılaştırır. Lacan bu anı bebeğin ilk altı ile on sekiz ayı arasına yerleştirmiştir. 



   Görsel 3


Ayna sürecinde önemli bir etken olan “öteki”, süreğen olan tüm ilişkilerde belirleyici, temel öğe olarak bulunmaya başlar. Çünkü istemler her zaman için bir başkasının, yani ötekinin, onay veya tanımasını gerektirir. Duygusal ilişkiler ise ilksel istemlerdir. Sevgi ilişkisi geçmişte deneyimlenen tümsellik, ayrılmamışlık sürecinin yeniden yaşama isteğini ifade eder. 


Birey kendisini “öteki” ile olan ilişkisinde yapılandırır, onunla birlikte var olmak ve onda kaybolmak ister. Bebek için ilk ve en önemli “öteki” annesidir. Bebeğin bu süreçteki istemi “ben” ile “öteki” arasındaki ayrımın silinmesi, yarığın kapatılmasıdır. Anne ile birleşebilmenin ancak annenin olmak istediği şey olmakla sağlanabileceğinden yola çıkan bebek, annesinin arzusunu karşılamaya çalışır. Annenin arzusu ise “eksik” olan şeyin tamamlanması ve hiçbir eksiğin olmadığı büyük “Öteki” olmaktır. Bu bağlamda baktığımızda arzu, her daim başkasının arzusudur. 


Lacan’ın ayna yaklaşımı özneyi, bireyin kendini “öteki” olarak ya da “ötekinde” görmesi ile bütünleştirilebilen bir dağılmışlık olarak tanımlar. Kendini var etme sürecinde özne kimliğini deyim yerindeyse kendi dışında, ikizinin imgesinde kurgular. Bu kurgulama ise eksikler üzerindendir. Özne, “öteki”de gördüğü eksikliklere göre yapılanır. Bu yolculukta öznenin kendi varlığındaki eksikliklerin ağırlığı altında kalmasını engelleyen, ötekinin de tamamlanmamış olmasıdır. Böylece özne kendini gerçekleyebilir ve yabancılaşmanın özneyi yok etmesi önlenmiş olur. Ayrıca “öteki”de olan bu eksiklik ve parçalılık, özne için kaçma olanağı da sağlar. “Öteki”nin yarattığı tahakküm ve baskı bu sayede ortadan kaldırılabilir. 


Tamamlanmış ve bütünsel bir “öteki”nin yekpare bütünlüğünde özne parçalanır. Özne olma olanağını yaratan, tam da ötekideki eksiklik, tamamlanmamışlık ve parçalılıktır (Çoban, 2005).


Yağmur Tambova


KAYNAKÇA

Comments


bottom of page